
Antonio Gramsci, egemen sınıfın nüfuzunu nasıl sürdürdüğünü teorileştiren devrimci sosyalist bir kuramcı. Thomas Foster, bu yazısında Gramsci’nin fikirlerini kullanarak Trump’ın otoriter dönüşümünü nasıl anlamlandırabileceğimizi gösteriyor.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, faşizmin taktiklerini doğrudan kullanarak sağa doğru ilerliyor. En son hamlesi, Ulusal Muhafızları Washington DC’ye göndermek ve bir başkanlık emriyle şehrin polis teşkilatının kontrolünü ele geçirmek oldu. Şehri “kanunsuz” ilan etti oysa Washington DC’deki şiddet suçları oranı 30 yılın en düşük seviyesinde.
Trump yönetimi altında otoriterlik belirtileri çok. Federal hükümeti yerle bir etti, memurları daha kolay işten çıkarmak için istihdam güvencelerini ortadan kaldırdı ve sadakatsiz olarak gördüğü kişileri işten çıkardı.
Göçmenlik memurlarının insanları kaçırıp yabancı hapishanelere sınır dışı etmesiyle sonuçlanan göçmen toplama turları başlattı. Vatandaşlar da toplu sınır dışı programına dahil edildiği için kimse güvende değil. Mahkeme kararlarına karşı geldi, hakimlere alenen saldırdı, protestocuları usulüne uygun yargılama yapmadan tutukladı ve Trump’ın iradesine boyun eğmeyen üniversiteleri, kültür kurumlarını ve haber kuruluşlarını sindirdi.
Trump’ın yaptıkları, ABD’nin daha geniş bir kriz -bir hegemonya krizi- yaşadığının bir belirtisi. Peki bu ne anlama geliyor ve neden önemli?
İtalyan Marksist Antonio Gramsci, toplumun bazı kesimlerinin diğerlerini nasıl yönlendirebileceğini, önderlik ve kontrol edebileceğini göstermek için hegemonya terimini kullandı.
Dolayısıyla hegemonya krizi, egemen sınıf otoritesinin krizidir.
Gramsci, bunun geleneksel, seçilmiş temsilcilerin artık temsil etmeleri gerekenler tarafından meşru olarak tanınmadığı durumlarda gerçekleştiğini öne sürer. Ya da Gramsci’nin sözleriyle, “temsil edilenler ve temsilciler” arasında bir çatışma.
Bunu, kamuoyunun hükümete olan güveninin neredeyse tarihin en düşük seviyelerinde olmasında görebilirsiniz. Sıradan insanlar artık geleneksel politikacıların kendi çıkarlarını önemsediğini düşünmüyor, işçi sınıfından insanlar ile politikacılar arasında büyüyen bir uçurum var.
Ya da bunu 2024 Cumhuriyetçi ön seçimlerinde ana akım muhafazakâr adayların reddedilmesinde görebilirsiniz. Cumhuriyetçi Parti’nin büyük bir kesimi Trump’ın aşırı sağcı politikalarına yöneldiğinden, hiçbiri aday olarak Trump’ın yerini almaya yaklaşamadı.
Yabancılaşmış insanlar, Demokrat aday Kamala Harris’in pazarladığı yorgun liberalizmi reddetti. Sonuç, istikrarsız bir durum.
Gramsci “şiddet içeren çözümlere, karizmatik ‘kader adamları’ tarafından temsil edilen bilinmeyen güçlerin eylemlerine” bir alan açıldığını söyler. Trump tam da budur.
Peki hegemonya krizine ne sebep olur?
Bunun bir nedeni, egemen sınıfın “geniş kitlelerin rızasını istediği veya zorla aldığı bazı önemli siyasi girişimlerde” başarısız olmasıdır. Bu tür başarısızlıkları görmek için ABD siyasetinde çok uzağa bakmamıza gerek yok.
Amerikan Rüyası mitini düşünün: güvenli işler, ev sahibi olma ve yükselen yaşam standartları vaadi. Savaş sonrası ekonomik büyüme döneminde kısa bir süre için bu, esas olarak beyaz işçi sınıfı için geçerliydi.
Bu refah patlaması, ABD egemen sınıfının meşruiyetini korumasını sağladı.
Ancak kriz üstüne kriz, Rüya’yı yok etti ve onu bir kabusa dönüştürdü. ABD’deki işçi sınıfı, özellikle son yıllarda artan yaşam maliyetlerinden olumsuz etkilendi. Devlet yardımları azaldı, gıda bankalarına olan talep arttı, gıda güvensizliği tavan yaptı ve evsizlik rekor seviyelere ulaştı.
Artan konut fiyatları, ipotek oranları ve yüksek sağlık ve sigorta ücretleri Amerikan hayatında acı verici yapısal maliyetleri oluşturuyor.
Ya da onlarca yıldır politikacıların ABD’nin dünya üzerindeki ekonomik ve siyasi hakimiyeti hikâyesini pazarladığı ABD istisnacılığı vaadini düşünün.
Bunun yerine, ABD’nin ekonomik gücü, Çin’in yükselişiyle tehdit ediliyor ve ABD dış politika çevreleri, gelecekte ABD’yi geride bırakabilecek bir “akran rakipten” ürkek fısıltılarla bahsediyor.
Diğer yandan Afganistan ve Irak’taki felaket savaşlarında -ABD’nin pek bir şey elde edemeden geride bıraktığı uzun ve sürüncemeli savaşlarda- ABD’nin askeri gücünün sınırları ortaya çıktı.
Ve hâlâ Ukrayna’da Rusya’ya karşı emperyalist bir vekalet savaşına saplanmış durumda; ABD’deki birçok kişi artık bu savaşı maliyetli bir masraf olarak görüyor.
Geleneksel, seçilmiş temsilciler, bu tür krizleri eski, ölmekte olan düzenin parametreleri
içinde çözmek için mücadele ediyor. Gramsci’nin yazdığı gibi, “alışkanlıkların gücüne, mumyalaşma eğilimine karşı tepki göstermekte” başarısız oluyorlar.
Ana akım politikacıların fikirleri ve zamanları tükeniyor. İşçi sınıfına anlamlı bir şey sunmakta ne kadar başarısız olurlarsa, hegemonya krizi de o kadar derinleşiyor.
Gramsci, böyle bir krize karşı koymaya çalışırken, egemen sınıfın “her türlü mistifikasyona başvurabileceğini” söyler.
ABD’de ve diğer yerlerde ırkçılığın yükselişi bu açıdan değerlendirilmelidir. Egemen sınıf, desteğini artırmak için, işçi sınıfından insanları kendine bağlayacak güya ortak varoluşsal bir tehdit icat eder.
Trump bunu en yoğun şekilde göçmenleri ve mültecileri günah keçisi ilan ederek ve güya göçün beyaz insanların hayatlarını mahvetmediği bir zamana duyulan nostaljiyi besleyerek yapıyor. 1950’lerin Amerikan Rüyasına dönük bir nostaljiye başvurması da bunun bir parçası.
Trump’ın otoriterliği başka bir dinamiği yansıtıyor.
Kapitalist bir demokraside diye yazar Gramsci “normal hegemonya uygulaması ‘zor ve rızanın birleşimiyle karakterize edilir”. “Zor, rızaya aşırı derecede baskın gelmeden, bunlar birbirini karşılıklı olarak dengeler.”
Zor statükoyu koruyan ve ona karşı muhalefeti ezen polis ve ordu gibi kurumlar aracılığıyla kullanılır.
Kongre ve Senato gibi kurumlar ise, işçi sınıfının “kabulünü” alarak rıza sağlarlar.
Demokrasinin rutinleri sayesinde alışkanlık haline gelen gündelik inançlar ve fikirler aracılığıyla egemen sınıfın otoritesi tesis edilir. Örneğin demokratik temsili bir devlette kendi kendilerini yönettiklerine veya ekonomik büyümenin her şeyden önemli bir hedef olduğuna inanmak gibi.
Bu patronların ve zenginlerin, işçi sınıfını çıkarlarının ortak olduğu fikrine tabi kılmalarını sağlar. Ancak bir hegemonya krizinde, egemen sınıfın ideolojik, ahlaki, entelektüel ve kültürel liderliği zayıflamaya başlar. Uzlaşı bozulur.
Eski nüfuz ağları zayıflamaya başlar. ABD’de kitle iletişim araçlarına duyulan güven son elli yılın en düşük seviyesinde, birçok kişi artık bunları meşru kabul etmiyor.
Ancak hegemonyanın krizi ille de düzenin hızlıca çöküşüne yol açmaz. Genellikle, egemen sınıfın nasıl yöneteceği konusunda yeni bir uzlaşı aradığı bir ara aşama vardır.
Gramsci’nin yazdığı gibi, “Egemen sınıf fikir birliğini yitirdiyse, yani artık ‘lider’ değil, yalnızca ‘hâkim’ ise ve yalnızca zor kullanıyorsa, bu tam da büyük kitlelerin geleneksel ideolojilerinden koptuğu anlamına gelir.
“Kriz tam da eskinin ölmesi ve yeninin doğamaması gerçeğinden oluşur; bu ara dönemde çok çeşitli marazi belirtiler ortaya çıkar.” Bu aşama on yıllarca sürebilir ve şu anda bulunduğumuz yer tam olarak burası.
Trump yönetiminde kesinlikle çok sayıda “marazi belirtiler” mevcut. Zor ve rıza dengesi değişiyor. ABD egemen sınıfının işçi sınıfından rıza alma yeteneği zayıfladıkça, daha fazla zora başvurmaya yöneliyor.
Gramsci bir hegemonya krizine yanıt olarak, egemen sınıfın “elinden kayıp giden kontrolü yeniden ele geçirmek” için “insanları ve programları değiştirdiğini” söyler.
Çözümlerden biri “karizmatik bir lider” olabilir. Bu “muhafazakârlar ya da ilericiler, hiçbir grubun zafer için yeterli güce sahip olmadığı ve muhafazakâr grubun bile bir efendiye ihtiyaç duyduğu” durumlarda ortaya çıkar.
Trump’ın üstlendiği rol tam da budur; ana akım siyasetin başarısızlığıyla oluşan boşluğu doldurmak için daha otoriter ve faşist taktikler benimsemek.
Bu tehlikeli gidişat içinde, kaçınılmaz olmasa da faşizme yöneliş olasıdır.
Egemen bir sınıf bir krizle karşı karşıya kaldığında, aşırı gerici fikirlere yönelebilir. Çaresizlik, daha önce kabul edilemez olan şeyleri kabul edilebilir hale getirebilir.
Ancak bu anlar sadece aşırı sağ için değil, direniş için de alan açar. Bazen Zohran Mamdani’nin New York belediye başkanlığına Demokrat Parti adayı olarak seçilmesi gibi, reformist bir ifade alabilir.
Ancak diğer zamanlarda gerçek bir karşı mücadelenin mümkünlüğünü gösterebilir. Geçtiğimiz günlerde Trump’ın Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza birimlerini barbarca göçmen baskınları düzenlemeye göndermesi üzerine Los Angeles’ta militan protestolar patlak verdi.
Devlet şiddetinin her artışına direnişle karşılık verilmesini sağlamalıyız. Devrimciler fırsatları kendi lehimize kullanmak ve öfkeyi tepedekilere yöneltmek için mücadele etmelidir.
Socialist Worker gazetesi, 16 Ağustos 2025
https://socialistworker.co.uk/us-elections-2024/hegemony-trump-consent-and-coercion/

