Şimdi meydan okuma zamanı!

201
İsrail tarafından kaçırılan Madleen yardım gemisinde rehin alınan Rima Hassan'ın dönüşünde Paris sokaklarındaki dayanışma (Resim: LFI)

15 yaşında iklim aktivizmi ile tanıdığımız Greta Thunberg şimdi 22 yaşında. Gazze’ye yardım götürmek üzere yola çıkan Özgürlük Filosu Koalisyonu gemisi Madleen’de İsrail devleti tarafından tutuklandı. Sınır dışı edildikten sonra Greta’ya “hükümetlerin Gazze’deki katliamı neden görmezden geldiği” soruldu. O da “ırkçılık yüzünden” diyerek, kapitalizm ile sömürgeciliğin, insanlığın ve gezegenin çıkarlarını ikinci plana atarak kâr ve gücü ön planda tuttuğunu söyledi.
Greta’nın siyasi evrimi, artan siyasi kutuplaşma ve birbiriyle bağlantılı bir dizi kriz bağlamında gerçekleşti ve uzun bir yol kat etti.
Küresel ısınmayı 1,5 dereceyle sınırlama fikri artık unutulan bir umut, şimdi 2 derece hedefi de tarihin çöp sepetine atılmak üzere. Dünya egemen sınıflarının karşı karşıya olduğu ekonomik ve jeopolitik kriz, onları birbiri ardına sera gazı emisyon hedeflerini çöpe atmaya itiyor.
Dünyanın egemen sınıfları vekilleri İsrail’in Filistinlilere yönelik katliamlarını izliyor. Bazıları ise, İsrail tarafından, dünya kapitalist sınıfların düşman kardeşler arası anlaşmazlıklara arabuluculuk eden kurallara dayalı düzeni ayaklar altına alındığını gördükçe ellerini ovuşturuyor. Sızlananlar var ama hiçbir şey yapmıyorlar,. Çünkü katliamı durdurmak için harekete geçmek, yüzlerce kârlı anlaşmayı ve Orta Doğu’da fosil yakıtları kontrol etme stratejilerini bozacağı için kimse ilk sırada yer almak istemiyor.

Ortadoğu bölgesel bir savaşın eşiğinde ve bunun sorumlusu İsrail

En son örnek, İsrail devletinin İran’a yönelik büyük ve tehlikeli saldırısı. Trump, saldırıyı istemediğini açıkça belirtmişti. İsrail, ABD’nin silahlarını ve istihbaratını kullanarak yine de saldırıyı gerçekleştirdi. İsrail” tarihe itici bir güç” oluyor, dünyanın bir numaralı süper gücü bu duruma uygun davranıyor.

İsrail neden ABD’nin tasmasını zorluyor?

ABD emperyalizmi hakimiyetini sürdürme kararlılığı gösterirken bölgesel emperyalist güçler de kendi nüfuzlarını inşa etme fırsatını değerlendiriyor. Özellikle İsrail, tasmayı zorluyor.
İsrail, Gazze’de soykırım kampanyasına başladığından beri, Orta Doğu’daki savaşı birçok cephede tırmandırdı. Lübnan’ı işgal etti, İran’a hava saldırıları gerçekleştirdi, geçen Aralık ayında Esad diktatörlüğünün devrilmesi sonrası Suriye’den daha fazla toprak ele geçirdi, Lübnan’daki Hizbullah direniş grubunu zayıflatarak bölgedeki İran gücünü zayıflattı.
İsrail, savaşı bir açıdan ABD’nin soykırımına verdiği desteği sabitlemek için yayıyor. ABD egemen sınıfının bazı kesimleri, İsrail’in yürüttüğü soykırım ölçeğinin Arap devletlerinde direnişi tetikleyeceğinden korkuyorlar. ABD’nin soykırıma verdiği destek konusunda hiçbir zaman şüpheleri olmadı, ancak Netanyahu, Filistin direnişine karşı “mutlak zafer” ve bitmeyen bir savaş için boş çek istiyor.
Netanyahu, en hafif eleştiriyi bile susturmak, ABD desteğini sağlamlaştırmak için savaşı yaymaya bel bağlamış durumda. İş ciddiye bindiğinde ABD’nin her zaman İsrail devletini destekleyeceğini biliyor.
Trump, Ortadoğu’ya yaptığı son ziyaretlerde görüldüğü üzere, ABD’nin Körfez ülkeleri ve yeni Suriye rejimiyle ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyor. Netanyahu, Trump turu sırasında İsrail’i ziyaret etmediğinde kendini reddedilmiş hissetti ve Trump’ın Ortadoğu vizyonunda bir gerileme olacağından korkuyor.
İsrail’in niyeti, İran’ın nükleer zenginleştirmesini kısıtlayacağı bir nükleer anlaşmayı baltalama girişimi ise, işe yaradı. İran, müzakereden çekildi. Trump, birkaç saat içinde müzakere etmek yerine İsrail saldırılarının “mükemmel” olduğunu söylemeye doğru pozisyonunu değiştirdi.
Bu durum, ABD emperyalizminin karşı karşıya olduğu çelişkileri gösteriyor. ABD’nin İsrail’e, İsrail’in de ABD’ye ihtiyacı var. İsrail, Orta Doğu’da Batı emperyalizminin bir karakolu ve karşılığında ABD’den askeri destek alıyor. Ancak savaş çığırtkanlığı, Orta Doğu’da istikrarı tehdit eden bir kaosa yol açabilir veya Trump’ın diğer devletlerle anlaşma yapma yeteneğini zayıflatabilir.
İsrail’in Batı tasmasına karşı koyması kısmen Netanyahu’nun karşı karşıya olduğu siyasi krizden kaynaklanıyor.
Netanyahu’nun hükümeti, İsrail aşırı sağının desteğine dayanıyor: Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich olmadan Netanyahu’nun koalisyonu dağılır.
Netanyahu’yu Gazze’deki herhangi bir ateşkesi engellemeye veya basitçe bozmaya iten bu aşırı sağcı güçler. Ben-Gvir, önceki ateşkes kabul edildiğinde hükümetten ayrıldı ve Netanyahu ateşkesi bozduğunda yeniden katıldı.
İsrail devleti içinde soykırımın nasıl yürütüleceği konusunda bölünmeler var. “Liberal” kesimler Gazze’nin kalıcı işgalinin kalıcı karşı-ayaklanma durumuna yol açacağından korkuyorlar ve İsrail’in Orta Doğu’daki “tek demokrasi” olarak meşruiyetini kaybetmesinden endişe ediyorlar.
Ancak İsrail açısından İran’a saldırı daha popüler olabilir. İsrail ordusunun genelkurmay başkanı Eyal Zamir, İran’a saldırının uzun süredir algılanan varoluşsal tehdide karşı “operasyonel bir zorunluluk” olduğunu söylüyor.
İsrail cezasız hareket etmekte ve Batılı liderlerden anlamlı bir tepkiyle karşılaşmıyor. Filistin’in kurtuluşu için Arap devletlerine ya da İran rejimine güvenemeyeceğimiz açık. Çok yakın bir zamanda, Arap rejimlerinin ABD ile kazançlı petrol ve silah anlaşmaları yapmak için Filistin sorununu bir kenara ittiğini gördük. İran, çıkarlarına uygun olduğunda İsrail terörünün finansörü olan ABD ile anlaşma yapmaktan mutluluk duyan baskıcı bir rejim. Bu nedenle, Filistin’in kurtuluşu emperyalizme ve Orta Doğu’daki rejimlere meydan okumayı gerektiriyor.

Uçuruma Giden Trenin İçindeyiz

25 yıl önce, “serbest ticaret” egemen sınıfların elinde işçi sınıfına saldırı bayrağıydı. Küresel Doğu ve Güney’deki düşük ücretli işçileri kullanarak “Batı” ekonomilerindeki işçi sınıfının yaşam koşullarına saldırdılar. Şimdi ise “serbest ticaret” ideolojisi uzak bir anı haline geldi, çünkü rekabet halindeki egemen sınıflar birbirlerine gümrük vergileriyle saldırıyor ve milliyetçi propagandayı kullanarak işçileri durgunlaşan ücretlerin nedenini kendi egemen sınıflarının izlediği stratejilerin doğrudan bir sonucu değil de Küresel Güney ülkelerden gelen kötülüklerin sonucu olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar.
Aşırı sağın küresel yükselişi, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun büyük ölçüde artması ve küresel jeopolitik çatışmanın yoğunluğu aynı arka planın olguları. Bu faktörler, eskiden işçi sınıfının çıkarlarına hizmet eden alternatif bir hükümet görünümü sunan geleneksel muhalefet partilerinin güvenilirliğini de aşındırıyor, egemen sınıfa sermayenin ihtiyaçlarına daha duyarlı bir hükümet kurma fırsatı sunuyor.
İklim krizi, ekonomik ve jeopolitik istikrarsızlık, durgunlaşan veya düşen işçi sınıfı gelirleri gibi sorunları çözemeyen egemen sınıflar, iktidarda kalmak için işçi sınıfını bölmeye giderek daha fazla bel bağlıyorlar. Bu strateji, ABD’de aşırı sağcı Trump, Fransa’da Le Pen, Almanya’da AFD, İngiltere’de Reform partileri tarafından temsil ediliyor. Onların silahları ırkçılık, milliyetçilik, göçmen karşıtı söylemler, transfobi, homofobi ve cinsiyetçilik.
Yirminci yüzyılın en karanlık dönemlerinden birinde, Almanya’da faşizmin yükselişi karşısında Walter Benjamin devrimi bir trenin acil frenine benzetiyor. İnsanlığın treni uçuruma doğru gidiyor ve onu durdurmanın tek yolu aşağıdan gelen radikal eylemler.

Freni kim çekebilir?

Egemen sınıflar, halkların cevabı görmesini engellemek için ırkçılık, milliyetçilik ve diğer bölücü ideolojileri telkin ediyor. Tek cevap işçi sınıfının birliği ancak sofistike görünümlü ideologlar bize bunu yapamayacağımızı söylüyorlar, çünkü işçi sınıfı artık önemli değil ve sınıf bilincini birleşik bir şekilde ifade edemiyor. Elbette onların çıkarı bizim buna inanmamızdan yana, ama sistem emeği sömürmeden işleyemiyor. Emek, onların çok arzuladıkları kârın tek kaynağı.
Yapay zeka gibi yeni teknolojiler egemen sınıfın istihdam modellerinde değişikliklere yol açabilir, özellikle de beyaz yakalı istihdamın bazı bölümlerinin ortadan kaldırılmasına olanak sağlayabilir, ancak bu durum egemen sınıfı işçilere olan ihtiyacından kurtaramaz.
Batılı egemen sınıflar, dünyanın bilgisayar çiplerinin çoğunun üretiminin yapıldığı, Çin’in işgaline her an açık olan, Tayvan’dan başka bir yere taşımayı çok istiyorlar. Ama bunu kolayca ya da hızlıca yapamıyorlar, çünkü diğer ülkelerde vasıflı işgücü eksikliği var. Tayvan merkezli çip üreticisi TSMC, ABD’de bir fabrika açmaya ikna edildi, ancak aynı üretim seviyelerine ulaşmakta büyük zorluklar yaşıyorlar ve ABD’de üretilen çipler %30 daha pahalıya üretilecek. Apple, ürünlerini ucuz ve güvenilir bir şekilde monte etmek için doğrudan veya dolaylı olarak 5 milyon Çinli işçiyi eğitti. Bu sözde “vasıfsız” üretimi taşımak bile büyük bir baş ağrısı. Egemen sınıflar, Batı’daki işçi sınıfının ücretlerine ve çalışma koşullarına saldırmak için “serbest ticaret”i bir silah olarak kullandılar, şimdi yönetmesi zor olan küresel bir jeopolitik dengesizlikle boğuşuyorlar.

Egemen sınıflar krizde, ancak bizim taraf da paralel bir kriz içinde

İklim, jeopolitik, gelir eşitsizliği, soykırım gibi tüm krizlerin tek çözümü, kapitalist sistemin mantığına meydan okumaktan geçiyor. Sistemin parametreleri içinde kalarak krizin etkilerini hafifletmeye çalışan geleneksel muhalefet giderek daha güçsüz hale geliyor.
Aşırı sağ, kapitalistler için bir çözüm olarak kendini sunuyor ve işçi sınıfını bölerek kendi iktidarını sürdürüyor. Geleneksel muhalefet partileri, sistem içinde oy kazanmak için Filistin, ırkçılık ve milliyetçilik, göçmen karşıtı söylemler, ücretler ve daha birçok konuda sağa taviz veriyor.
Mevcut krizde, sistemin mantığına meydan okumaya hazır olan bir alternatif hem inandırıcı olabilir hem de değişimi sağlayabilir.
Bu alternatifi inşa etmek kolay görünmüyor. Geleneksel işçi sınıfı örgütleri, son 40 yıldaki saldırılarla aşınmış durumda. Ancak, nesnel olarak, işçilerin birleşmekten başka bir alternatifi yok. Birleşemezsek, hayatlarımız daha da kötüye gidecek, savaşlar daha da şiddetlenecek, soykırımlar çoğalacak ve gezegenimiz yok olacak.
Kapitalizmin mantığına meydan okuyan bir çözüm için aşağıdan mücadele ederek yeni bir hareketin kurulmasının mümkün olduğuna dair işaretler de var.
14 Haziran Cumartesi günü ABD’nin 50 eyaletinde beş milyon insan “Krallara Hayır” diyerek ülke genelinde eşi benzeri görülmemiş protestolarla Donald Trump’a meydan okudu. Trump’ın kitlesel sınır dışı etmelerine, seyahat yasaklarına, transfobisine, eğitim, sağlık ve iklim değişikliğinden korunmaya yönelik kapsamlı saldırılarına karşı durmak isteyen binlerce sıradan insan Trump rejiminin katliamlarına doğrudan tepkisini gösterdi. Göçmenlere saldırarak otoriter rejimini sağlamlaştırmaya çalışan Tump’a karşı, Latin, Siyah ve Beyaz protestocular sokaklarda birleşerek göçmenleri savundular.
Dünya çapında hükümetler, ona karşı olduğunu iddia edenler bile, İsrail’i destekliyor, ancak halklar Gazze’deki soykırıma ezici bir çoğunlukla karşı çıkıyor. Özgürlük Filosu’na, Kuzey Afrika’dan Gazze’ye uzanan Sumud Konvoyu’na ve Avrupa’dan Gazze’ye uzanan yürüyüşlere verilen destek, sadece Filistin’de soykırıma karşı verilen bir destek değil, aynı zamanda alternatif bir siyasetin tohumları. Eğer, ve ancak eğer, bu birleştirici siyaset, işçi sınıfının azalmamış nesnel gücüyle birleşmeyi başarırsa, insanlık hayatta kalma şansı yakalayabilir.


Kaynaklar:

https://socialistworker.co.uk/palestine-2023/say-no-to-war-with-iran-after-israel-launches-attacks/

https://socialistworker.co.uk/us-elections-2024/millions-across-united-states-march-to-demand-no-kings/